Hayatımıza Giren İnsanlar: Ödül mü Ceza Mı?

Fantasy_Woman_straightens_stars_in_the_sky_098460_-1.jpg

Ne kadar da sevimli bir cümle : “sen bana hayatımın en büyük hediyesisin.”

Veya ne kadar da acı bir ifade : ” sen bu hayatta başıma gelen en büyük cezasın.”

Hayatımıza giren insanlar, gerçekten de bizlere verilen ödüller veya cezalar mı? Böyle düşünmemizin sebebi nedir?

Onları fayda veya zarar olarak da kategorize ediyor olabilirdik, iyi veya kötü; neden özellikle ödül veya ceza betimlemelerine daha fazla ağırlık veriyoruz, hiç düşündük mü?

Biz düşünmediysek de, başka vesilelerle modern tıp düşündü ve beynimizdeki bir bölümün işleyişini aydınlattılar: akkumbens çekirdeği.

Beynimizin hemen hemen ortasında yer alan bu çekirdek bizim ödül-ceza merkezimiz. Bu merkezin görevi bize öfori (iyi hissetme hali), doyum gibi hisleri yaşatan davranışları tekrarlatmak, kötü hal, doyumsuzluk gibi hisleri yaşatan davranışlardan uzaklaştırmak.

Bu merkezi uyaran insani davranışlarımız: uyumak, seks, beslenmek/doymak, sindirim sistemi boşaltımı.

Sosyal ilişkilerimizde ise aldığımız ödüller, başarılar, takdir, beğenilme, ilişkilerde doyuma ulaşma.

Bu merkezin nörotransmitterı dopamin olduğundan, dopamin üretmemizi sağlayan yiyecekler de – et, yumurta, şeker, c vitamini içeren meyve ve sebzeler, muz, çilek gibi meyveler vs- merkezin uyarılmasını sağlıyor.

Bir de aşırı miktarda uyararak sağlıksız bağımlılıklar geliştirmemize sebep olan kimyasallar ve maddeler var: sigara, her tip uyuşturucu, ağrı kesiciler. Ama konumuz bu değil.

Yeni nesiller bu öğretiden yavaş yavaş kurtuladursun, 2000’lerin öncesinde doğan herkes, maalesef hayatı boyunca ödül-ceza terbiyesi ile yetişti. İyi davranışlarımız sonucunda çikolata verdiler, kötü davranışlarımız sonucunda bazen kafamıza terlik yedik.

Fakat insan psikolojisinde hiçbir tutum veya koşullanma yok ki, öğretildiği alandan taşmasın. Ortalığı dağıttığımızda yediğimiz azar, toparladığımızda aldığımız çikolata, bizi hayatın her alanını böyle algılamaya itti.

İyi bir insan olduğumuzda karşılık bekler olduk. Güzel giyindiğimizde övgü. Hala o küçük çocuklarız bu anlamda. Olumlu davranışlarımızın ardından, ebeveyninden çikolata bekleyen çocuk gibi, kafamızı kaldırıp hayata bakıyoruz. Yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şey yaptığımızda ise artık kimsenin azarlamasına gerek yok, kendi kendimizi yeyip bitiriyoruz.

Bir de ikisinin arasında, sık sık kendimizi hayata kapatmamıza sebebiyet veren bir model daha var. Doğru davranışları sonuna kadar en iyi performansımızla sunduktan sonra karşılık alamadığımızda yaşadığımız hayal kırıklığı.

Özellikle de kadın-erkek ilişkilerinde.

“Onun için her şeyimi verdim, ama o bana sevgisini çok gördü.”

Akkumbens çekirdeğini en az uyuşturucu kadar güçlü bir biçimde uyaran bir diğer şey de aşık olma duygusu. Hepimiz aşık olduğumuzda acıkmama, uyku ihtiyacı hissetmeme gibi durumları deneyimlemişizdir. İşte bunun sebebi, o merkezin o an zaten aşkla fazlasıyla uyarılıyor olması. Böylece beyin, uyku ve yemek yeme komutunu vermiyor. Biz de böyle zamanlarda doyuma ulaşmak için değil, sadece ölmeyecek kadar yemek yiyor veya uyuyoruz.

Hoşlandığımız insanlar bizimle birlikte iken “ödül” gibiler bizim için, yanımızdan gittiklerinde ise – terk etmiş olmalarına gerek yok, belki de buluşma bittiği için eve gidiyorlardır- derin bir hüzün ve acı hissediyoruz, sanki cezalandırılıyormuş gibi.

İşte bunun sebebi, derin hassasiyetinizi böldüğüm için özür dilerim ama, beyninizdeki atalarımızdan kalma bir bölgenin aşırı uyarılması, sadece bu.

Elbette buradan, sevmek bir hastalıktır sonucunu çıkarmamalıyız.

Sadece neden sözde derin sevgi, bu kadar çok talep barındırıyor, neden istediklerimizi elde edemediğimizde bu kadar yıkılıyoruz, ya da onlar bize verildiğinde sanki hayat her anlamda yoluna girmiş gibi sahte bir rahatlama duygusuna gömülüyoruz, bunu anlamanın önemine vurgu yapmaya çalışıyorum.

Çünkü bu ödül-ceza döngüsünden, koşullanmış bir deney faresi gibi çıkamadığımızda, bir sonraki varacağımız durak acı verici oluyor: hissizleşme ve doz aşımı.

Doğru davranışları sergilediğimizde, mesela o birlikte olmayı çok istediğimiz insanla, kendimizden olması gerekenden daha fazlasını vererek uyumlanmaya çalıştığımızda, eğer ödülü, yani onun koşulsuz sevgisini elde edemiyorsak, bu sefer zihnimizde ödül beklediğimiz yerden ceza geldiği fikri koşullanıyor. Böylece ortalıkta şöyle sözler sarf eden insanlar dolaşmaya başlıyor ” sevgi, aşk bunların hepsi yalan, böyle şeyler yok, önemli olan kendimi güvence altına almam, benim iç rahatım.” Bu insanlar kötü değiller, sadece ödül beklentisiyle çok çabaladılar ve sonuçta ceza ile karşılaştılar. Dolayısıyla bir koruma kabuğu olarak hissizlik oluştu. Bu hissizliğin bir sonraki adımı güçten düşme, genel bir motivasyon eksikliği, hayattan keyif alamama, libidoda düşüklük; netice çeşitli psikolojik rahatsızlıklar. Mesela anksiyete bozukluğu, depresyon ve majör depresyon.  Çünkü motivasyon hormonu olarak bilinen dopamin olması gerektiği kadar salgılanmıyor.

Bir de pes etmeyenler var. Ödül beklentisi ile girişilen işten ceza geldikçe açlık artıyor, çünkü yine dopamin üretimi azaldı, bu sefer doz artıyor. Sevgi beklentisi aşka, aşk tutkuya, sonra bu hırs dolu yıkıcı bir ilişki isteğine dönüşüyor. Kişi, böylece ilişkilerini farkına varmadan kendi eliyle sabote ediyor. Sonuç yine aynı: anksiyete bozukluğu, depresyon ve majör depresyon.

Oysa bu halin tek sebebi çocukluğumuzda ödül-ceza mekanizmasının gereğinden fazla ve dışarıdan uyarılmış olması. Ödül-ceza mekanizması içsel bir uyarı sistemidir, yani aslında psikolojik olarak ortaya koyduğunuz versiyonunuzdan siz memnun olduğunuzda doğru uyarılır. Örneğin sokaktaki bir yabancıya nezaketle yaklaştığınızda zaten o bölge uyarılır. Bir de o yabancının size teşekkür etmesi ekstra uyarımdır. Bunu şeker bağımlılığı gibi düşünelim. Yediğimiz hemen her şeyde şeker var, meyveler hatta sebzelerde bile. Tüm bunlardan sonra hala koca bir dilim pastaya aş ermek şeker bağımlılığıdır. Çünkü vücudun ihtiyacı olanın üstünde şeker talebi oluşmuştur.

Buradan çıkacak sonuç, sıfır beklenti ile ilişki yürütmek değildir. Hepimizin arkadaşlarımızdan, ailemizden, partnerimizden bir takım beklentileri var. Ama bu beklentilerin pratik olmasına dikkat edersek ve onları ödül beklentisinden ayırırsak, derin tutkular ve kalbi parçalayan acılar arasında salınmadan, daha sağlıklı, organik bir ilişki yakalama şansını elde ederiz. Örneğin bir insandan dürüst olmasını beklemek pratik ve her tip ilişki için gerekli, gerçekçi bir beklentidir. Ama o kişinin sizi sürekli onaylamasını, her aradığınızda size dönüş yapmasını, her zaman sizinle vakit geçirmeye hazır olmasını, daima size hayran hayran bakmasını beklemek, ödül bağımlılığıdır.

En nihayetinde, ödüller güzeldir. Ama unutmayalım, ödül muhtaç olunacak bir olgu değildir. Beynimizin de aslında yapmaya çalıştığı bizi muhtaç etmek değil, doğru davranışlar yumağını tesis etmektir. Aynı şekilde cezalar da bizlere rotamızı doğru tayin etmek için verilen uyarılardır, hayatımızı karadeliğe çevirmek ve canımızı yakmak için gönderilmiş Zeus lanetleri değil.

Her şeyden de öte, boşluğu hatırlayalım. Dışarıdan bize gelen, bizden dışarıya giden her söz,davranış,tepki yani her veri ile aramızda bir boşluk yani mesafe vardır.  Bu boşluk vardır, çünkü olmasaydı biz nerede başlıyor ve bitiyoruz, karşımızdaki nerede başlıyor ve bitiyor bilemezdik. Bizi ve her şeyi farklı farklı birbirinden ayıran şeydir boşluk.

Dolayısıyla başımıza gelen her iyi  veya kötü şey doğrudan bize nüfuz etmez, biz böyle olmasına müsaade etmedikçe.

Bedenimizi nasıl bazen toksinlerden, şekerden arındırmak, detoks yapmak iyiyse, zihnimizi de ödüllerden ve cezalardan arındırmak canlandırıcıdır.

Ödül diyeti yapın. Biraz fazladan duygusal çikolatalar beklemeden yaşamayı deneyin. Göreceksiniz ki ölmeyeceksiniz, aksine hafifleyeceksiniz.

Sonrasında ise, daha az hayali beklenti ile, daha fazla gerçekçi kriterlerle, insanlarla daha rahat, daha sakin, daha kendiniz olarak iletişim kurabileceksiniz.

O çok hoşlandığınız insanın yanında ne eliniz ayağınıza dolaşacak, ne de yanlış şeyler söylerken bulacaksınız kendinizi. Çünkü artık bileceksiniz, sınav kazanmaya gelmiş bir ergen değilsiniz ve karşınızdaki de sizi değerlendiren hoca değil. Sadece keyfiniz böyle istediği için oradasınız.

İnsanlar ne ödüldür ne de ceza.

Yalnızca bazı insanlarla vakit geçirmek keyiflidir, ve o keyif insan ruhu için yeterlidir.

Bazı insanlar ise bize negatifi fark ettirirler, yanlarında yanıp kül olmaya lüzum yoktur, uzaklaşmak da, aynı istemediğimiz bir yiyeceğe hayır demek gibi, sağlıklıdır.

Sağlıklı akkumbens çekirdeği dolu ilişkiler dileğiyle!

Kaynak:derki