Derdinizi Paylaşmamak Beyninize Zarar Veriyor

291dee07f7aecf03280efb0f634b649d-brocas-area-brain-736x430-1.jpg

Özellikle macera filmlerde, son nefesini vermeye ramak kala sırlarını açıklayan karakterleri çoğu kez seyretmişizdir. Normal yaşamda da çoğu insanın sırlarını yakınındaki insanlara açıklamak, yapacağı son şeylerden biridir. Bunun sebebi genellikle çevresindeki insanlara duyduğu güvensizlik değil, aksine sahip olduğu sevgiyi kırmamak, hakkında kötü düşüncelere sahip olmalarını istememektir. Toplumdan dışlanmak ve “anlaşılamama” korkusu da eklenerek bu seçenekler çoğaltılabilir.

Bununla beraber doğan ihtiyaç, sırlarını “yabancılara” açmak ki, çok eski yıllardan bu yana insanlar, özellikle karşılaşma ihtimali bir daha olmayacak insanlara sırlarını en ince ayrıntısına kadar anlatmakta bir beis görmüyor. örneğin oturduğunuz bir bankta veya uçakta seyahat ettiğiniz bir insana hikayenizi anlatmanızın nedeni muhtemelen o insanı hayatınız boyunca bir daha göremeyeceğiniz düşüncesidir. Hatta anlattıklarınız karşısında size akıl vermesini bile beklemek istemezsiniz, çünkü o an için tek isteğiniz anlatmak ve bu yükten kurtulmaktır. David Eagleman, günah çıkarma kabinlerinin hala dünyanın en büyük dinlerinden birinde yerini koruyor olmasının nedenini de böyle açıklıyor. Dua etmenin sebebini de buna bağlayan Eagleman, “özellikle tanrıların son derece kişisel olduğu ve kullarını sonsuz bir sevgiyle, pür dikkat dinlediği dinlerde.” diye de ekliyor.

Bugün internet üzerinden edindiğimiz hesaplarda, gerçek isimlerini belirtmekten uzak duran kullanıcıların, -özellikle kim olduklarını kimsenin bilmediğinden emin iseler- çok hür bir şekilde sıkıntılarını, dertlerini paylaştıklarını görebiliyoruz. İsmini vermek istemeyen binlerce insan tarafından gönderilen, birbirinden farklı sırlara tanıklık eden postsecret da bunun en büyük kanıtlarından biri.

shutterstock_515144422.jpg

“Sırlarla ilgili bilinen temel şeylerden biri sır tutmanın beyne zarar verebildiği gerçeğidir.”
James Pennebaker ve meslektaşları yıllar süren bir çalışmada, tecavüz ve ensest kurbanlarının sırlarını saklamayı tercih ettiklerinde olanları incelediler. “olayı başkalarıyla tartışmamanın ya da paylaşmamanın, deneyimin kendisinden daha çok zarar verebileceği” sonucuna varmışlardı. Sırlarını itiraf eden veya yazan kişilerin sağlığının iyiye gittiğini, ölçülebilir bir düzeyde azaldığını gözlemlemişlerdi.

Bu çalışmalardan hareketle sır kavramının beyin için ne ifade ettiğini merak eden David Eagleman, “birbirine bağlı milyonlarca nörondan oluşmuş yapay bir nöral ağ inşa ettiğinizi farz edin, bir sır bu ağ içinde neye benzer?” sorusunu soruyor. “Parkinson hastalığını, renk algısını, ısı duygusunu anlamamıza yarayacak bilimsel çerçevelere sahip olsak da, beynin bir sırra sahip olması ve onu saklamasının ne demek olduğunu anlamamıza yarayacak herhangi bir araçtan yoksunuz.” diyor.

“Ancak rakipler takımı çerçevesinde sır denen şeyi kolayca tanımlayabiliriz: Sır, beyinde rekabete tutuşmuş taraflar arasındaki mücadelenin bir ürünüdür. Beynin bir bölümü bir durumu açığa vurmak isterken diğeri istemez. Beyinde rakip tarafların (açığa vurma taraflarıyla saklama taraflarının) oylarının birbirine karşılık gelmesi, sırrı tanımlar. İki taraf da sırrı söylememekten yanaysa elimizde yalnızca sıkıcı bir gerçek, iki taraf da sırrı söylemekten yanaysa da yalnızca iyi bir öykü var demektir. Rekabetin çizdiği çerçeve olmadan, sırrı tanımlamamız da mümkün olmayacaktır. Sır deneyimin bilinçli olarak yaşanmasının nedeni, “rekabetten” kaynaklanmaktadır. Sıradan bir deneyim olmadığı için, onunla uğraşmak üzere şirket başkanın yardımına başvurulur.” David Eagleman

Sırrı açığa vurmanın uzun vadede doğuracağı sonuçları hesaba katan beyin, yine uzun vadede bir rahatlama hissi verme pahasına da olsa bu eylemden geri duruyorsa, rakip takımlardan biri galip gelmiş ve kişi saklamaya devam ediyordur. Bazı insanların asla sır saklayamaması da beyinlerinde süre gelen bu mücadelenin diğer taraf lehine geçmesidir. Örneğin bir FBI ajanı olarak beyninizin verdiği bu mücadele, açığa verdiğiniz sırrın uzun vadede neler doğurabileceğini hesap ederek, her iki “rakipler takımın” aynı safta yer almasıyla söylememe lehine sonuçlanır.

Dinleyicinin neden özellikle insan veya “insansı” bir canlı olduğunun cevabını henüz bilmediğimizi belirten Eagleman, “ne de olsa bir duvara, kertenkeleye ya da keçiye sırrını anlatmak, çok daha az tatmin edicidir.” diye de ekliyor.

Alıntı: Incognito, Beynin Gizli Yaşamı /David Eagleman

Kaynak: